“Tanrıların ağacı zeytin yüz yılda, soğan ise dokuz haftada olgunlaşır. İş hayatında soğan olma”
Başarının
bedeli konusunda harika bir filim hatırlıyorum, adı “Whiplash” di.
Konservatuarda bateri çalan genç bir öğrencinin yeteneğini fark eden hocasının
onu geliştirmek için çocuğa aşırı yüklenmesini konu ediyordu. O kadar
yükleniyordu ki hocası, genç çocuk elleri yara olana kadar davul çalıyordu.
Kısa süre içinde hocanın okul orkestrasına giren öğrenci tam başardığını
düşünürken hocası onu başka öğrencilerle yarıştırarak daha da zorluyor, bazen
aşağılıyor ve çocuk üzerinde inanılmaz bir baskı kuruyordu. Bu baskı altında
sürekli daha fazla çalışmak zorunda kalan çocuk sevgilisinden bile vazgeçerek,
hayat amacını Dünya çapında bir caz müzisyeni olmak olarak belirlemişti. Bu
hedef bir süre sonra takıntı haline gelerek çocuğun hayatını cehenneme
çeviriyordu, öyle ki trafik kazası geçirdiği anda dahi kanlar içinde tek
düşündüğü şey caz yarışmasına yetişebilmekti. Bir noktada patlayan genç,
hocasına isyan ediyor ve saldırıyor, sonucunda da okuldan atılıyordu.
Sonrasında avukatlar çocuğu hocasından şikâyetçi olmaya ikna ediyor ve hoca da
bu alışılmadık yöntemleri yüzünden okuldan atılıyordu.
Filimdeki hoca benim için unutulmaz repliğinde, davranışlarının
gerekçesini Dünya çapında bir yıldız olabilmek için ölümüne çalışmak gerektiği
şeklinde açıklamış ve “Aferin” kelimesinin sözlükteki en zararlı kelime
olduğunu söylemişti. Zira bu şekilde vasatlığa razı oluyor ve olabileceğimizin
en iyisi olmaktan vazgeçiyorduk ona göre. Oysa Dünya çapında yıldız olabilenler
sıradan kişiler olamazdı veya sıradan bir çalışmayla bir Dünya yıldızı
olabilmeniz mümkün değildi.
Filmi izleyip yorumlayan insanlardan iki farklı türde tepkiler
aldım. Birinci grup ki ben de bu gruba dâhilim, yıldız olmanın yolunun ölümüne
çalışmaktan geçtiğini kabul ederek filmi izlerken bile kendi amaçlarını
düşünerek motive olan kişilerdi. Şunu söylemem lazım, her türlü baskı ve acıya
razı olarak sağlayacakları başarının tatminine odaklanan insanların bazı
dünyevi zevklerden vazgeçmesi kaçınılmazdır. Örneğin, gitar çalmayı öğrenmek
pek zor değildir ama bir virtüöz olarak sahnelerde konser verebilmek günde 8-10
saat çalışmayla yıllarca antrenman yapmanızı gerektirir. Eğer bir kitap yazmaya
soyunduysanız bu aylar boyunca gecenizi gündüzünüzü araştırmaya ve yazmaya
ayırmanızı gerektirir. Ancak kitabınızı elinize aldığınızda her şeye değdiğini
düşünürsünüz ama kendimde biliyorum bu biraz hastalıklı bir ruh halidir, zira o
noktada yeni kitabınızın ne olacağını düşünmeye başlamışsınızdır bile. Artık
yeni bir hedefiniz vardır ve onun için çalışmaya başlamanız gerekmektedir.
Bu ruh haline sahip insanlar başarmanın verdiği zevkin
vazgeçtikleri günlük zevklerden daha büyük olduğunu düşünürler, asla
ulaştıkları noktadan tatmin olmazlar ve durmazlar. Edison’un ampulü bulana
kadar altı bin deneme yaptığı söylenir. Bu azmi sayesinde uygarlık tarihini
değiştirmiştir. Sıradan insanlar bu kadar azimli olacak gücü kolay kolay
kendilerinde bulamazlar. Büyük çoğunluğumuz ilk denemede başarısızlığa
uğradıktan sonra devam etmeyiz. Einstein, kendisinin herkesten daha akıllı
olmadığını ancak problemler üzerinde vazgeçmeden çalışmasının başarıyı
getirdiğini söylemişti. Böylesi bir azim, büyük bir adanmışlık ve ruhsal direnç
gerektirir. Hayatta başarılı olanların hikâyeleri çoklukla benzerdir;
vazgeçmenin ne olduğunu bilmezler!
İkinci grup ise, bu derece zorlanmanın insanı mutsuz edeceği
yorumunu yapanlardı. Onlara göre kişi kendisini mutlu eden şekilde yaşamalı ve
istediği şeyleri istediği derecede yapmalıydı. Bu düşünce de yanlıştır
diyemeyeceğim, zira koçluk yaparken insanlara kendilerini mutlu eden şeyleri
yaparak hayatlarında dengeyi yakalayabileceklerini telkin ediyoruz. Ancak
burada önemli nokta şudur; sizi mutlu eden şeyleri, istediğiniz kadar ve
istediğiniz çalışma şartlarıyla yapmak hayatta varlığınızı devam ettirmenizi
sağlayabilir ancak asla sizi üst düzey bir başarıya taşıyamaz. Bunu bilir ve
razı olursanız sorun yoktur. Ama biyografisini okuduğunuz, izlediğiniz ve
özendiğiniz başarı abidelerinin başarılarının arkasında uykusuz geceler, uzun
çalışma saatleri, sayısız yenilgiler ve sayısız yeniden başlamalar olduğunu
bilmelisiniz. Dünyaca ünlü bir keman virtüözüne nasıl bu kadar iyi
çalabildiğini sorduklarında “Ben günde on saat çalıyorum, sen on bir saat çal
benden iyi çalarsın” demiş. Başarının sihirli bir formülü yoktur; delicesine,
pes etmeden çalışmak ve hedefinize ulaştığınızda hemen yeni bir hedef
belirleyerek çıtayı yükseltmek… İşte ilerlemenin yolu budur.