21 Haziran 2014 Cumartesi

Mustafa Güzelgöz ve Eşeği

Yıl 1943.

Genç Mustafa’nın tayini kütüphaneci olarak Ürgüp Tahsin Ağa Kütüphanesi’ne çıkar. Devlet memurluğu o dönemde süper bir şey, çünkü özel sektör falan yok. Bizimki kütüphanede heyecanla okurları bekler; bir gün olur, beş gün olur, gelen giden yok.
Etraftakilerle konuşur, herkese anlatır:
“Bakın kütüphane bomboş duruyor, gelin kitap okuyun.” Gelen giden olmaz. Amirlerine durumu bildirir.
– Kardeşim otur oturduğun yerde, maaşını düzenli alıyon mu, almıyon mu?
– Alıyorum.
– Eee, o zaman ne karıştırıyon ortalığı, gelen giden olsa maaşın mı artacak? Başına daha fazla bela alacan, o kütüphaneye yıllardır kimse gelmez zaten…
23 yaşındaki genç memur “Ne yapayım, ne yapayım?” diye düşünür durur. Sonunda aklına bir fikir gelir, eşine söyler. Eşi önce “Deli misin bey?” der, ama kocasının bir şeyler üretme, işe yarama çabasını yakından görünce fikri kabullenir.
O dönem devletteki amirlerinin çıkardığı tüm engellerin tek tek, binbir güçlükle üstesinden gelir.
Çünkü o zaman da şimdiki gibi, “Aman bir şey yapmayalım da başımıza bir iş gelmesin. Çalışsan da aynı maaş, çalışmasan da“ zihniyeti aynen var.
O bıyıklı, kravatlı, asık yüzlü, sigara kokan, arkalarındaki Atatürk resminden utanmayan, ama ülkesine gram faydası da olmayan bürokratları zorlukla ikna eder ve bir eşek alır.
İki tane de sandık yaptırır. İki sandığa, kalınlığına göre 180-200 kitap sığar. Sandıkların üstüne “Kitap İare (Ödünç) Sandığı” yazar. Kitapları eşeğe yükler ve köy köy gezmeye başlar.
Kütüphaneye de bir yazı asar:
“Sadece Pazartesi ve Cuma günleri açıyoruz.”
Köydeki çocuklar şaşırır.
Eşeğe bir sürü kitap yüklemiş bir amca, o gariban çocukların küçücük ellerine kitapları verir. Düşünün, Noel Baba gibi. Noel Baba yalan, Mustafa Amca ise gerçek. Geyikler yerine eşeği var.
Eşek de daha gerçek, Mustafa Amca da.
“Çocuklar bunları okuyun, aranızda da değişin. On beş gün sonra aynı gün gelip alacağım. Aman yıpratmayın, diğer köylerdeki arkadaşlarınız da okuyacak” der.
Mustafa artık Ürgüp’teki kütüphanede bir iki gün durmakta, diğer günler eşeği Yüksel’le köy köy gezmektedir.
Köylerdeki çocuklar Eşekli Kütüphaneciyi her seferinde alkışlarla karşılarlar. Kalpleri küt küt atar heyecandan, sevinç içinde yeni kitapları beklerler. Mustafa Amca‘nın ünü etrafa yayılır. Diğer devlet memurları makam odalarında sıcak sıcak oturup iş yapmazken, Mustafa’nın eşeği Yüksel yediği otu hepsinden fazla hak etmektedir.
Zamanla insanlar kütüphaneye de gelmeye başlar.
Mustafa bakar ki kütüphaneye kadınlar hiç gelmiyor.
Zenith ve Singer’e mektup yazar:
“Bana dikiş makinesi yollayın, firmanızın adını kütüphanenin girişine kocaman yazayım“ der. Zenith dokuz tane, Singer bir tane dikiş makinesi yollar (ilk sponsorluk faaliyeti). Salı günlerini kadınlar günü yapar. Kumaşı alan kadın kütüphaneye koşar. On makine yetmediği için sıra oluşur. Sırada bekleyen kadınların eline birer kitap verir, beklerken okusunlar diye. Okuma-yazma oranının düşüklüğünü görünce halkevlerine okuma yazma kursları vermeye gider. Halıcılık kursları başlatır, bölgede halıcılığı canlandırır. Bu arada valilik Mustafa hakkında dava açar, “kendi görev tanımı dışında davranıyor” diye. 50 yaşına gelen Mustafa Amca baskıyla emekli edilir.
Mustafa Amca köylüler arasında efsane olur, yıllar geçtikçe köylerdeki çocuklarda okuma aşkı yerleşir. 2005 yılında Mustafa Amca vefat eder. Tüm Kapadokya çok üzülür, aralarında toplanırlar. Ürgüp’e Eşekli Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykelini dikerler.
Girişimcilik ne biliyor musun?
Bulunduğun yere yenilik katmalısın.
Mutlaka adım atmalısın.
Yaptığın iş olduğu yerde durup duruyorsa, sende bir uyuzluk vardır arkadaş. İnsan var, dokunduğu yere değer katar; insan var, dokunduğu yere değer kaybettirir.
Bakın Nevşehir’den ve bu ülkeden nice müdür, amir, vali, bürokrat, milletvekili, politikacı geçti; binlercesinin adını kimse hatırlamaz ama Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykeli var.
www.suatozer.com
www.yalcinmihci.com
 saimcim şu marlonun karısı emlak işlerine bakıyordu ve bize dükkan bakacaktı ona bir mesaj atsak iyi olacak
https://fbcdn-profile-a.akamaihd.net/hprofile-ak-xfp1/t1.0-1/c2.0.40.40/p40x40/10402636_10152466321481310_9065873719251048782_t.jpg
bizim evrak işleri umduğumuzdan uzun sürdü fakat en yakın zamanda bitecek bu arada eşin evangelia bize uygun bir dükkan arıyormu bulunca haber verirseniz seviniriz
https://fbcdn-profile-a.akamaihd.net/hprofile-ak-xfp1/t1.0-1/c2.0.40.40/p40x40/10402636_10152466321481310_9065873719251048782_t.jpg
diye bi şey yazsak arayıda soğutmamak için
https://fbcdn-profile-a.akamaihd.net/hprofile-ak-xfp1/t1.0-1/c2.0.40.40/p40x40/10402636_10152466321481310_9065873719251048782_t.jpg
birde marlonlara iş planını yollasak işin karlılığını göstersek onları işin içine çeksek diyorum yani onların ilgisini bu işe nasıl çekeriz
https://fbcdn-profile-a.akamaihd.net/hprofile-ak-xfp1/t1.0-1/c2.0.40.40/p40x40/10402636_10152466321481310_9065873719251048782_t.jpg
johannesburga gıda gümrük mevzuatını nasıl öğrenebiliriz



Mustafa Güzelgöz ve Eşeği
Yıl 1943.
 Genç Mustafa’nın tayini kütüphaneci olarak Ürgüp Tahsin Ağa Kütüphanesi’ne çıkar. Devlet memurluğu o dönemde süper bir şey, çünkü özel sektör falan yok. Bizimki kütüphanede heyecanla okurları bekler; bir gün olur, beş gün olur, gelen giden yok.
 
Etraftakilerle konuşur, herkese anlatır: 

“Bakın kütüphane bomboş duruyor, gelin kitap okuyun.” Gelen giden olmaz. Amirlerine durumu bildirir.
 
– Kardeşim otur oturduğun yerde, maaşını düzenli alıyon mu, almıyon mu?
 – Alıyorum.
 – Eee, o zaman ne karıştırıyon ortalığı, gelen giden olsa maaşın mı artacak? Başına daha fazla bela alacan, o kütüphaneye yıllardır kimse gelmez zaten…
 
23 yaşındaki genç memur “Ne yapayım, ne yapayım?” diye düşünür durur. Sonunda aklına bir fikir gelir, eşine söyler. Eşi önce “Deli misin bey?” der, ama kocasının bir şeyler üretme, işe yarama çabasını yakından görünce fikri kabullenir. 

O dönem devletteki amirlerinin çıkardığı tüm engellerin tek tek, binbir güçlükle üstesinden gelir. 

Çünkü o zaman da şimdiki gibi, “Aman bir şey yapmayalım da başımıza bir iş gelmesin. Çalışsan da aynı maaş, çalışmasan da“ zihniyeti aynen var.
 
O bıyıklı, kravatlı, asık yüzlü, sigara kokan, arkalarındaki Atatürk resminden utanmayan, ama ülkesine gram faydası da olmayan bürokratları zorlukla ikna eder ve bir eşek alır. 

İki tane de sandık yaptırır. İki sandığa, kalınlığına göre 180-200 kitap sığar. Sandıkların üstüne “Kitap İare (Ödünç) Sandığı” yazar. Kitapları eşeğe yükler ve köy köy gezmeye başlar. 

Kütüphaneye de bir yazı asar: 

“Sadece Pazartesi ve Cuma günleri açıyoruz.” 

Köydeki çocuklar şaşırır. 
Eşeğe bir sürü kitap yüklemiş bir amca, o gariban çocukların küçücük ellerine kitapları verir. Düşünün, Noel Baba gibi. Noel Baba yalan, Mustafa Amca ise gerçek. Geyikler yerine eşeği var. 

Eşek de daha gerçek, Mustafa Amca da.
 
“Çocuklar bunları okuyun, aranızda da değişin. On beş gün sonra aynı gün gelip alacağım. Aman yıpratmayın, diğer köylerdeki arkadaşlarınız da okuyacak” der.
 
Mustafa artık Ürgüp’teki kütüphanede bir iki gün durmakta, diğer günler eşeği Yüksel’le köy köy gezmektedir. 

Köylerdeki çocuklar Eşekli Kütüphaneciyi her seferinde alkışlarla karşılarlar. Kalpleri küt küt atar heyecandan, sevinç içinde yeni kitapları beklerler. Mustafa Amca‘nın ünü etrafa yayılır. Diğer devlet memurları makam odalarında sıcak sıcak oturup iş yapmazken, Mustafa’nın eşeği Yüksel yediği otu hepsinden fazla hak etmektedir.
 
Zamanla insanlar kütüphaneye de gelmeye başlar. 

Mustafa bakar ki kütüphaneye kadınlar hiç gelmiyor. 

Zenith ve Singer’e mektup yazar:
 
“Bana dikiş makinesi yollayın, firmanızın adını kütüphanenin girişine kocaman yazayım“ der. Zenith dokuz tane, Singer bir tane dikiş makinesi yollar (ilk sponsorluk faaliyeti). Salı günlerini kadınlar günü yapar. Kumaşı alan kadın kütüphaneye koşar. On makine yetmediği için sıra oluşur. Sırada bekleyen kadınların eline birer kitap verir, beklerken okusunlar diye. Okuma-yazma oranının düşüklüğünü görünce halkevlerine okuma yazma kursları vermeye gider. Halıcılık kursları başlatır, bölgede halıcılığı canlandırır. Bu arada valilik Mustafa hakkında dava açar, “kendi görev tanımı dışında davranıyor” diye. 50 yaşına gelen Mustafa Amca baskıyla emekli edilir.
 
Mustafa Amca köylüler arasında efsane olur, yıllar geçtikçe köylerdeki çocuklarda okuma aşkı yerleşir. 2005 yılında Mustafa Amca vefat eder. Tüm Kapadokya çok üzülür, aralarında toplanırlar. Ürgüp’e Eşekli Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykelini dikerler.
 
Girişimcilik ne biliyor musun?
 
Bulunduğun yere yenilik katmalısın. 

Mutlaka adım atmalısın. 

Yaptığın iş olduğu yerde durup duruyorsa, sende bir uyuzluk vardır arkadaş. İnsan var, dokunduğu yere değer katar; insan var, dokunduğu yere değer kaybettirir.
 
Bakın Nevşehir’den ve bu ülkeden nice müdür, amir, vali, bürokrat, milletvekili, politikacı geçti; binlercesinin adını kimse hatırlamaz ama Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykeli var.
www.suatozer.com
www.yalcinmihci.com

Yıl 1943.
Genç Mustafa’nın tayini kütüphaneci olarak Ürgüp Tahsin Ağa Kütüphanesi’ne çıkar. Devlet memurluğu o dönemde süper bir şey, çünkü özel sektör falan yok. Bizimki kütüphanede heyecanla okurları bekler; bir gün olur, beş gün olur, gelen giden yok.

Etraftakilerle konuşur, herkese anlatır:
“Bakın kütüphane bomboş duruyor, gelin kitap okuyun.” Gelen giden olmaz. Amirlerine durumu bildirir.
– Kardeşim otur oturduğun yerde, maaşını düzenli alıyon mu, almıyon mu?
– Alıyorum.
– Eee, o zaman ne karıştırıyon ortalığı, gelen giden olsa maaşın mı artacak? Başına daha fazla bela alacan, o kütüphaneye yıllardır kimse gelmez zaten…

23 yaşındaki genç memur “Ne yapayım, ne yapayım?” diye düşünür durur. Sonunda aklına bir fikir gelir, eşine söyler. Eşi önce “Deli misin bey?” der, ama kocasının bir şeyler üretme, işe yarama çabasını yakından görünce fikri kabullenir.

O dönem devletteki amirlerinin çıkardığı tüm engellerin tek tek, binbir güçlükle üstesinden gelir. Çünkü o zaman da şimdiki gibi, “Aman bir şey yapmayalım da başımıza bir iş gelmesin. Çalışsan da aynı maaş, çalışmasan da“ zihniyeti aynen var.

O bıyıklı, kravatlı, asık yüzlü, sigara kokan, arkalarındaki Atatürk resminden utanmayan, ama ülkesine gram faydası da olmayan bürokratları zorlukla ikna eder ve bir eşek alır. İki tane de sandık yaptırır. İki sandığa, kalınlığına göre 180-200 kitap sığar. Sandıkların üstüne “Kitap İare (Ödünç) Sandığı” yazar. Kitapları eşeğe yükler ve köy köy gezmeye başlar.

Kütüphaneye de bir yazı asar:
“Sadece Pazartesi ve Cuma günleri açıyoruz.”

Köydeki çocuklar şaşırır.
Eşeğe bir sürü kitap yüklemiş bir amca, o gariban çocukların küçücük ellerine kitapları verir. Düşünün, Noel Baba gibi. Noel Baba yalan, Mustafa Amca ise gerçek. Geyikler yerine eşeği var.

Eşek de daha gerçek, Mustafa Amca da.
“Çocuklar bunları okuyun, aranızda da değişin. On beş gün sonra aynı gün gelip alacağım. Aman yıpratmayın, diğer köylerdeki arkadaşlarınız da okuyacak” der.
Mustafa artık Ürgüp’teki kütüphanede bir iki gün durmakta, diğer günler eşeği Yüksel’le köy köy gezmektedir.

Köylerdeki çocuklar Eşekli Kütüphaneciyi her seferinde alkışlarla karşılarlar. Kalpleri küt küt atar heyecandan, sevinç içinde yeni kitapları beklerler. Mustafa Amca‘nın ünü etrafa yayılır. Diğer devlet memurları makam odalarında sıcak sıcak oturup iş yapmazken, Mustafa’nın eşeği Yüksel yediği otu hepsinden fazla hak etmektedir.
Zamanla insanlar kütüphaneye de gelmeye başlar.
Mustafa bakar ki kütüphaneye kadınlar hiç gelmiyor.

Zenith ve Singer’e mektup yazar:

“Bana dikiş makinesi yollayın, firmanızın adını kütüphanenin girişine kocaman yazayım“ der. Zenith dokuz tane, Singer bir tane dikiş makinesi yollar (ilk sponsorluk faaliyeti). Salı günlerini kadınlar günü yapar. Kumaşı alan kadın kütüphaneye koşar. 

On makine yetmediği için sıra oluşur. Sırada bekleyen kadınların eline birer kitap verir, beklerken okusunlar diye. 

Okuma-yazma oranının düşüklüğünü görünce halkevlerine okuma yazma kursları vermeye gider. Halıcılık kursları başlatır, bölgede halıcılığı canlandırır. Bu arada valilik Mustafa hakkında dava açar, “kendi görev tanımı dışında davranıyor” diye. 
50 yaşına gelen Mustafa Amca baskıyla emekli edilir.

Mustafa Amca köylüler arasında efsane olur, yıllar geçtikçe köylerdeki çocuklarda okuma aşkı yerleşir. 2005 yılında Mustafa Amca vefat eder. Tüm Kapadokya çok üzülür, aralarında toplanırlar. Ürgüp’e Eşekli Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykelini dikerler.

Girişimcilik ne biliyor musun?
Bulunduğun yere yenilik katmalısın.
Mutlaka adım atmalısın.

Yaptığın iş olduğu yerde durup duruyorsa, sende bir uyuzluk vardır arkadaş. İnsan var, dokunduğu yere değer katar; insan var, dokunduğu yere değer kaybettirir.

Bakın Nevşehir’den ve bu ülkeden nice müdür, amir, vali, bürokrat, milletvekili, politikacı geçti; binlercesinin adını kimse hatırlamaz ama Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykeli var.

10 Haziran 2014 Salı

İlk Önce Ve En Fazla Ölümler Türkiye'de Patlayacak!



..(Bu Yazıyı "OKU! Ve PAYLAŞ" ki insanlara faydan olsun!)
.
Uyan Ey Asil ve Necip Millet, Nefsine Dur De! 
..
#BuÜlkedeGıdaTerörüVar dedik!
#BuÜlkedeElektromanyetikTerörVar dedik!
#BeyinKontrolüVar dedik!
#MangurtlaştırılmaVar dedik!!! Dedikte Dedik İşte!

Şimdi Ne Oldu Diyenlere; Dünya'nın en ünlü üniversitesi Harvard'da Genetik Bölümü Başkanı olan Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil, 4 hastalığın savaştan bile beter olduğunu açıkladı.

Dünyaca ünlü bilim adamı Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil'den ürküten bilgiler geldi. Hotamışlıgil 4 hastalık saydı, sayamadıkları var... onlarda Beyaz Ölüm Kitabımızda... Allah'ın ilk emri "Oku!" Ya hani... Nasibi olanlar okumuştur..

Prof. Hotamışlıgil DİYORKİ:
. Kalp,
. kanser,
. diyabet,
. obezite ve solunum hastalıkları.
.





Hotalmışgil: "Bir sonraki nesilde bu hastalıklarda patlama olacak” dedi.

Türkiye için de uyarı yapan ünlü Profesör "Genetiğimiz çok uygun orada fokurdayan bir durum var" dedi. Bunun böyle olmasına sebep olanları zaten biliyorsunuz. Bu ülkenin genetik şifrelerini çözmek için, Taksim Meydanında ve ülkenin Cumhuriyet Meydanlarında "kan bankaları" kuruldu, şişelerde kan toplandı, belirli merkezlere gönderildi. İnsanlar, 45 günlük tavuklarla, ARI'sız ballarla, fruktoz ve Mısır şurubuyla, Marshall Yardımı(!)yla, süt tozuyla, beyaz unla, beyaz şeker ve tek mineralli Tuzla, bitkisel yağ(!)larla, hibrit, dölsüz tohumlarla, asitli içeceklerle, sanayiye kurban edilmiş gıdalarla, bozulmuş toprağın ürünleriyle, bulutların ve toprağın kimyasallara öldürülmesiyle, atom ve kimyasal savaşlarla dünyanın yarısının canına kastedenleri bilmeyen var mı... Yetmedi dünyanın çoğunu gerek sanal (internet üzerinden uyuşturucu etkili müzik vs), gerekse milyarlarca ranta dönüştürülen sentetik ve haşhaşi kimyalı zehirlerle mahvedenleri bilmiyor musunuz hala!



Harvard Üniversitesi Genetik ve Kompleks Hastalıklar Bölüm Başkanı Prof. Dr. Gökhan Hotamışlıgil, genetik hastalıklar ve obezitenin insanlığın geleceğine tehdit eden en önemli sorun olduğunu söyledi. Peki.... GDO'lu gıda(!)ların, hamburgerlerin, tavukların, ilaçlı Et'lerin, meyve ve sebzelerin bu Necip milletin üzerinde oynanan oyunların olduğunu ve şu anda Televizyon ve gazetelerde "Gıda Teröristleri, Gıda Terörü" fikrini yerleştirenin ve "Sağlıklı Düşün, Seğlıklı Beslen, Sağlıklı Yaşa.." Diyenin, Kozmik Beden Temizliği Yapın Diyenin de Maranki Hoca olduğunu unutmayın. Birileri obezite var der, Maranki bunun çaresi budur, şudur der... Fark burada değil mi!

Prof. Hotamışlıgil diyor ki: "Böyle giderse önümüzdeki 25 yılda dünyadaki toplam milli gelirin en az yarısının bu hastalıkların tedavi için ayrılması gerekecek". Tamam! Maranki ve KOBİK Ekip bunu yirmi yıldır söylüyor! Biz görevimizi yapmaya çalışıyoruz. İş geçmeden bizi dinleyen ve nasibi olanlar faydalanıyor. Aklı olanlara da Allah'ın emirlerini hatırlatıyoruz. Allah'ın ilk emri "Oku!" Okumayanlara dü diyeceğimiz yok, herkes akıl denilen nimetin hesabını verecek... Vesselam...

BİLGİ KİRLİLİĞİ VAR DENİLİYOR!!



9. Danone Uluslararası Beslenme Ödülü'nü kazanan Prof. Hotamışlıgil, Sabri Ülker Gıda Araştırmaları Vakfı'nın (SÜGAV) beslenme zirvesine katılmak için Türkiye'deydi. Hotamışlıgil Türkiye için de kritik uyarılar yaptı.

Hotamışlıgil, dünyadaki gelişmenin beslenme alanında olmadığını söyleyerek, "Günümüzde beslenme konusu, en fazla bilgi kirliliğinin olduğu alan." dedi. Evet beslenme alanında gelişme olup olmadığı ayrı bir husus ama, şu bir gerçek ki... besin sanayisi ve endüstrisi gelişti... Süt bile "Kalsiyum Zengini" sayıldı... Kanatlı protein... Dünyada en çok antibiyotiğin nasıl ve nerede kullanıldığını Beyaz Ölüm Kitabımızda yazmıştık...



 ÇOK AZINI BİLİYORUZ

Beslenme konusundaki mevcut bilgilerin sadece, 'şunu ye, bunu yeme' düzeyinde kaldığı tespitini yapan Hotamışlıgil, şöyle devam etti:

-"Oysa beslenme, hem sağlık hem hastalık için dünyadaki en önemli araçlardan biri. İçerisinde en çok çeşitlilik ve zenginlik bulunduran maddeler var gıdada ama biz bunun çok azını biliyoruz. Burada önemli bir fırsatı kaçırıyoruz. Genetik bilimi ile beslenme daha fazla temas etmeli." Diyor... Genetik beslenmeyle çoktan içiçe geçti, marketlerdeki yiyecek(!)lerin üzerine baktığınız zaman binlerce emülgatörün insan neslini beşyüz milyona indirmek için çoktan vazifesini yapmaya başladığını göreceksiniz... Görmek isteyenlere adresi verdik... Ve yine tekrarlıyoruz, Allah'ın ilk emri "Oku!" Diyoruz..



SAVAŞTAN BETER 4 HASTALIK, SADECE 4 MÜ?

Kalp, kanser, diyabet, solunum ve obeziteyi dünyayı tehdit eden en önemli sorun olarak nitelendiren Hotamışlıgil, bu meselenin savaş, küresel ısınma, açlık veya susuzluk kadar önemli olduğunu söyledi. Hotamışlıgil, şunları söyledi:

-"Bu kronik hastalıkları yok edebilmek için bütün dünya kaynaklarını tüketmek gerekiyor. Önümüzdeki 25 yılda bu hastalık-larla mücadele için dünyanın toplam gelirinin yüzde 50'si kadar bütçe ayırmak gerekecek.Böyle bir kaynak olmadığı için de, yüz milyonlarca insan hastalanacak ancak tedavi edilemeyecek."

TÜRKİYE'DE HASTALIKLAR PATLAYACAK

Türkiye'nin durumunu da değerlendiren Gökhan Hotamışlıgil, ülkedeki kronik hastalık ivmesinin çok hızlı arttığına işaret etti. Genç nüfusta bu riskin çok anlaşılamadığını vurgulayan Hotamışlıgil, Türkiye ile ilgili önemli uyarılar yaptı:

-"Tedbir alınmazsa bir sonraki nesilde obezite ve kronik hastalıklar patlayacak. Bizim genetiğimizde kalp hastalıkları, diabet ve obezite riski çok yüksek. Orada fokurdayan bir durum var."

Hotamışlıgil, "Aileden, devlete; sivil kuruluşlardan üniversitelere herkesin bu işin içinde olması gerekiyor. Önce hasta olunur sonra hastalık tedavi edilir zihniyeti var. Halk Sağlığı okulumuz yok. Kamu sağlığı kuruluşu yok. Bunlara doğru kayış olmalı" ifadesini kullandı.

KORUYUCU HEKİMLER KRİTİK

Kronik hastalıklarla mücadele için koruyucu ve önleyici hekimliği kitleye yaymaya ihtiyaç olduğunu vurgulayan Hotamışlıgil, bunun yolunun da doğru ve bilimsel beslenmeden geçtiğini ifade etti. Önümüzdeki 25 senede beslenme biliminde büyük dönüşü-me ihtiyaç olduğunu söyleyen Hotamışlıgil, "Beslenmede yeni bir çağ açmak şart" dedi.

GENLERİMİZ DEĞİŞTİ Mİ?

Kronik rahatsızlıkların normalde genetik yoluyla geçtiğini söyleyen Hotamışlıgil, şu bilgileri verdi: "Genlerimizle değişti mi diye düşünürken artık genlerin alışkanlıklardan etkilendiğini tespit ettik. Mesela genlerde olmasa bile kilo almış bir annenin çocuğunun kilolu olma ihtimali çok yüksek. İnsanın deneyimi bir sonraki nesle kodlanabiliyor. Bunu beslenmeyle çözmeye çalışıyoruz."