29 Nisan 2016 Cuma

BİLİM İNSANLARI YAPRAK KULLANARAK NASIL PİL YAPILABİLECEĞİNİ KEŞFETTİ

 Sürdürülebilir olmak sanıldığı gibi pahalı bir alternatif değil,

İstanbul Teknik Üniversitesi'ndeki bilim insanları, pillerin önemli bileşenlerinin yerine yaprak kullanmayı başararak önemli bir buluşa imza attı.
(Şaka şaka, Maryland Üniversitesinde yapmışlar, ama neden olmasın)

Özellikle yeniden şarj edilebilir olan pilleri dışarıya attığımızda pillerin doğa için zararlı olmasının en önemli nedenleri arasında kadmiyum, kobalt ve kurşun gibi ağır metallerin havada ayrışıp serbest kalması gelirken yüzey toprağı ve humuslarla  yer altı suyuna karışması ve nihayet bize ulaşması ve bu döngü sonunda tüketmemiz de pillerin doğadaki zararlarını kanıtlar nitelikte.
Bu nedenle Maryland Üniversitesi'ndeki bir grup profesör ağır metaller yerine daha sürdürülebilir materyallerle ve doğa dostu çözümlerle yeni bir pil geliştirme kararı aldı. İlk denemeyi yapraktan ve ağaç lifi içeren maddelerle yaptılar. Testler sonucunda anot bataryalarını düzenlemeyi, sodyum depolamayı ve absorbe etmeyi sağlayan materyalleri de keşfettiler. 
Yaprakların kullanımı ise denemeler sonucu çok verimli olurken araştırmalar sonucunda yayınlanan raporlardaki başyazarlardan Hongbian Li; "Yapraklar her yerde bol miktarda bulunuyor, hepimiz kampüste yerden bir yaprak alsak daha da iyi sonuçlara ulaşabiliriz" notunu düştü.
Özetle bilim insanları, pillerin önemli bileşenlerinin yerine yaprak kullanmayı başardılar. Bilim insanları yanmış karbon yapılarının daha fazla sodyum soğurmasını sağlamak için sodyum elektrolitlerinin bulunduğu gözenekleri kapatıp ihtiyaç duydukları kusursuz bir pil yapısına ulaştılar. Ayrıca bu yöntemin dışında bilim insanları muz, karpuz, kavun kabuklarıyla da başarılı bir şekilde pil yapmayı başardılar ama en az hazırlık gerektiren ve daha doğal erişilebilir olan madde sadece yaprak olarak belirlendi.

Bu projenin bir sonraki adımı ise kalınlığı, yapısı ve esnekliği farklı yapraklarla daha mükemmel piller üretmek olarak bilinirken sürdürülebilir ve ekolojik geri dönüşümün tarım ve yenilenebilir enerjiyi tekrar buluşturması gelecekteki iklim koşulları ve yeryüzü için önemli bir gelişme olarak kayıtlara geçmektedir.

23 Nisan 2016 Cumartesi

23 Nisanı Anlamak


Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919`da Samsun`a, işgal altındaki yurdumuzu kurtarmak amacıyla çıktı. Amasya, Erzurum ve Sivas`ta kongreler toplandı. Bu kongrelerde işgal altındaki yurdumuzun kurtarılması için gerekli birçok kararlar alındı.
23 Nisan 1920`de yurdun çeşitli yerlerinden gelen temsilcilerin katılımıyla Ankara`da ilk Millet Meclisi oluşturuldu. Bu meclisin aldığı en önemli kararlardan biri, önceki toplantılarda alınan, yurdumuzu top yekûn işgalden kurtarma kararının uygulamaya konulması olmuştur.
Bunun sonucu olarak Kurtuluş Savaşı, Millet Meclisi ve Mustafa Kemal`in önderliğinde sürdürüldü.
Kurtuluş Savaşı, 30 Ağustos 1922`de zaferle sonuçlandı ve arkasından 29 Ekim 1923`te de Cumhuriyet ilân edildi.
Milli Görüş denen Arap özentilerinin icadı ile, uydurma bir KUTLU DOĞUM (ne demekse artık) kutlamaya başladılar. Yani Ret etmek için yırtındıkları MİLADİ takvime göre bir ucube icat etmiş oldular; biz çünkü 1000 yıldır Mevlid Kandilini, yani sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed'in (SAS) doğum gününü kutlamıyormuşuz gibi, bunu da yaptılar.
Sorun şu idi, 23 Nisan 1920 Millet Meclisinin açıldığı gündü. Bu gün, sağlanan bütün başarıların başlangıcı olması nedeniyle çok önem taşıyordu. Çünkü artık Türk halkı, Rab'binin kendisine bahşettiği İrade-i Cüziyi eline almış, bir sultana, halife bozuntusuna TEBAA olmaktan vazgeçmiş, dininin ve hayatının sorumluluğunu kendi ellerine alarak hür vicdanına ve inançlarına göre yaşamaya başlamıştı.
Atatürk`ün önerisiyle bu anlamlı gün çocuklara armağan edildi. Evet, birilerinin iddia ettiği gibi ÇAKMA DİNDAR bir NESİL değil, "Fikri hür, vicdanı hür" bir nesil yetiştirilmeye başlamıştı. Yani Kitabını, Peygamberini bilen, ama bunu bir kara cahil ve dolandırıcı hoca tayfasının eliyle değil kendi okuyarak, öğrenerek yetişen bir nesil yetiştirilmeye başlamıştı.
Böylece, 23 Nisan günü Çocuk Bayramı olarak kabul edildi. Sonradan, TRT`nin katkısıyla bugün, Dünya Çocuklar Günü kapsamıyla, Türkiye`de kutlanmaya başlamıştır. Atatürk, çocukları yarının büyükleri olarak görüyor, onlara büyük bir sevgi ve güven duyuyordu.
Ulusal egemenliğin simgesi olan 23 Nisan`ın çocuklara armağan edilmesi, biz büyüklerin sorumluluğunu azaltmamakta, bilakis misliyle artırmaktadır.
Bu, sadece çocukların ne denli önemli olduğunu vurgulamaktadır. Bu nedenle bu önemli günü en iyi biçimde kutlamaya çalışmalı, ceddimizin bize armağan ettiği bu CENNET VATANDA, ne Araba, ne Avrupa'lıya öykünmeden, kendi yüce inanç ve değerlerimizle, HÜR ve ÖZGÜR yaşamalıyız


8 Nisan 2016 Cuma

2G’ye zamanında geçen Türkiye, 4G’de 8 yıl gecikti



Bugünlerde nereye baksanız, 4G ya da 4.5G haberleri var; hızı şu olacak, şu filmi şu kadar saniyede indireceksiniz, şöyle abone olacaksınız, Türkiye’de şu başlıyor, bu başlıyor. Bunları her yerde okuyorsunuz. Ama bu cafcaflı açıklamalarının arka planında acaba biz neyi, ne zaman ve ne kadar aldık? Biz bu yazımızda ‘kamera arkasını’ anlatacağız.
Bilmeyen kalmamıştır ama yine de belirtelim; bu ‘G’ harfi İngilizce ‘Generation’dan (nesil) geliyor ve teknolojide yeni bir eşiğin atlandığını gösteriyor. Her 10 yılda 1 G atıyor diyebiliriz. Aşağıda cep telefonu sektöründe her bir G’nin teknolojik farklılığı basitçe yer alıyor;
1G : Cep telefonlarının Motorola tarafından sunulan ilk modeli sonrasında 1980-1990’lar arasındaki teknolojisi ‘1G’ idi ki Türkiye onu tanımıyor. Teknoloji sadece ses geçiriyordu.
2G : Biz 1990’larda 2G ile başladık. Zamanlamamız gayet iyi idi. Nokia’nın şu çok ilgimizi çeken cep telefonu modellerini hatırlayın. Onlar 2G idi. Dünyada 1990-2000’ler arasında kullanıldı. Teknoloji sesin yanısıra metin aktarmaya geçti (SMS).
3G : 2000-2010 arası dünyada 3G dönemiydi. Biz en sonunda yani 2009 yılında alabildik. Sesin yanına internet eklendi.
4G : 2010-2020 arasında dünyada 4G dönemi olacak. Biz yine gecikmeli alabiliyoruz. Şebeke internet bazlı hale geldi. Dolayısıyla daha büyük genişbant kullanılıyor.
5G : 2020’den sonra hayatımıza girmesi bekleniyor. Henüz çalışılıyor ama ortaya ilk çıkan veriler, kalabalık bir zümrenin aynı anda kesintisiz kullanımına işaret ediyor. (Bu konuyu merak edenler burayı tıklayarak 5G’nin ne olduğunu görebilirler).
Özetle ANAP döneminde bayağı erken ve doğru teknolojiyle (CDMA yerine GSM) başlatılan cep telefonu serüvenimiz AKP döneminde sürekli gecikmeli olarak hayata geçiyor. Bunun bize kaybettirdiği nedir diye soruyorsanız, dünyada genişbant internetteki artışın ekonomiye etkileri konusunda çeşitli araştırmalar var ama biz bu konudaki en yetkili kuruluş olan ITU raporuna bakalım (Bkz : burayı tıklarsanız bu gecikmenin ülkeye maliyetini aşağı yukarı anlayabilirsiniz ama bu rapordan iki grafiği burada verelim:

Göreceğiniz üzere genişbantta %10’luk artış, Gayri Safi Milli Hasıla’ya ülke bazında değişmekle birlikte %10-25 arasında katkıda bulunuyor. Yani bu teknolojilerin ülkemize geç gelmelerinin maliyeti hesaplanmasa da, dünya ekonomileri sıralamasında 17’ncilikten 19’uncluğa düşmesinin bir boyutu olduğu düşünülmelidir.
Genişbantın ekonomiye katkısının ne olduğunu ise aşağıdaki şemada görebilirsiniz:

4.5G ama hangi altyapı ile?
Bu konuda bir sorun da ‘altyapı’. 4.5G cep telefonu şebekesini internet üzerine taşıyor. Ama Türkiye’de altyapı ne durumda?
Tek kelime ile ‘kötü durumda’. Bunun temel nedeni, ülkemizde özelleştirme sırasında mevcut altyapıyı (şebekeyi) teslim alıp, 2026 yılına kadar kullanma, paylaşma ve yatırım yapma üzerine bir ‘İmtiyaz Anlaşması’ yapan Türk Telekom’un yatırımdan kaçınmış olması. Öyle ki, bugün Türkiye gibi bir ülkede 2 ve hatta 4 milyon km fiber olması gerekirken, mevcut fiber altyapımız sadece 260.000 km’dir.
İkinci sorumlu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’dir. Çünkü 2010 yılından bu yana, yatırım yapmak için defalarca başvuruda bulunan altyapı firmalarına ‘yasal kazı izni’ vermemektedir[1]. Bu nedenle de 2010-2014 arasında yapılan toplam fiber yatırımı sadece 836,6 km’dir. Hatta bu rakama 2012-2014 arasında bakarsak sadece 54,5 km’dir.
Ama bu 2 sorumluya müsade eden ise BTK ve dolayısıyla Ulaştırma Bakanlığı’dır. Önce İBB ve Türk Telekom’un yaklaşımlarına müdahale etmedikleri için, sonra 2014 yılında çıkardıkları ve fiber yatırımları, Türk Telekom’un iznine bağlayan yönetmelik nedeniyle.
Geri kalmış bir Afrika ülkesi olan Gana’da 2011 verileri ile 660.000 km fiber var. Halbuki Gana Türkiye’nin 1/3’ü, yalnızca 250 bin km2 yüzölçümüne sahip. Orta düzey bir Avrupa ülkesi ve 100 bin km2 yüzölçümü olan Portekiz ise 2014 verileri ile 550.000 km fibere sahip. Bu iki ülkeyi baz alırsak, Gana 2011 sonuçlarına göre 1,8 milyon km, Portekiz 2014 verilerine göre 4 milyon km fibere sahip olmalıydık ama sadece 260 bin km’deyiz.
Dolayısıyla, 4.5G ‘adı var, kendisi yok’ olacak. Zaten Binali Yıldırım bunun açıklamasını şimdiden‘Her ile hemen gelmeyecek’ şeklinde yapıyor. Yani belli merkezlerde 4.5G göreceğiz, o kadar.
O zaman bu nedir?
‘O zaman neden 4.5G getiriyorlar. Ne gerek var?’ diye soruyorsanız, sadece gülümsüyorum. Bu yeni yapılmıyor. ‘8 MBit’e kadar’ tarifesi 2009’da duyurulduğunda, telekom operatörleri sektöründen bir arkadaşım aynen şunu ifade etmişti; ‘vay canına çok akıllıca, değişen bir hız olmayacak ama alınan para artacak‘. Aynen öyle oldu. Dünya trafiğinin 1/5’ini taşıyan Akamai’nin İnternet hızlarını verdiği raporuna bakarsanız, 2010’da Türkiye’nin ortalama hızı hâlâ 1.4 MBit idi. Buna karşılık ödenen para 8 MBit’lik idi. Buradaki püf noktası ise ‘e kadar’ ifadesiydi.
4.5G’de de aynısı oluyor. Rakamlar artacak ama Türkiye’nin büyük bir kısmında 4.5G kullanamıyor olacaksınız. Çünkü gerekenin 15 ya da 20’de biri altyapı ile ancak bu kadarı olur.
‘Digital divide’
İşte bu noktada tekrar hatırlatalım; bu gecikmeli teknolojiler ve gecikmiş düzenlemeler, bir firmayı koruyan tekelci yaklaşımlar, Türkiye’ye geride kalma olarak dönecek, dönüyor. Yani diğer ülkeler bu teknolojileri daha önce kullandıkları için ekonomileri gelişip, bizim önümüze geçerken, biz geride kalıp, ‘gece yarısı Bakan ile Cumhurbaşkanı nasıl da 4.5G görüşmesi yaptı’ya da ‘4.5G geldi hayatlarımız değişiyor’ ile avunacağız.
Bu teknolojilerde sadece tüketici miyiz?
Bu konuda son söyleyeceğim sözler ise şöyle; 1980’lerde atılıma geçen, 1990’lardaki siyasileşme ile duraklama dönemine giren Türkiye telekom sektörü, 2000’ler sonrasında gerileme dönemindedir. Bütün cafcaflı ‘Avrupa’da en çok mobil konuşturan ülkeyiz’‘bilmemkaç yüz tane işletmeci lisansı verdik’ ifadelerinin arka planına bakın, işletmeci sayısı düşen, ciroları aynı yerde sayan ve hatta dolar karşısında gerileyen, karlılıkları düşen bir sektör göreceksiniz.
Teknolojiyi almakta, uygulamakta, regülasyonların uygulanmasında, tekelci yaklaşımlarda bulunmanın getirdiği vizyonsuzlukta en son nokta ise, maalesef 4G yerli baz istasyonları konusunda görülüyor.
Ülkemizde Teletaş ile başlayan üretimcilik nasıl baltalanmışsa, bugün de ULAK konusundaki vizyonsuzluk aynı düzeydedir. Bir şekilde dünyanın 6 üreticisinden birisi olma şansını, yabancı markaların yanında harcıyor muyuz? Bunu geçen yıl Savunma Sanayi Müsteşar yardımcısı Orhan Öge’nin sinirli sözleriyle düşünmeye başladık.
Bu sektörde üretici yerine tüketici olmamızın bir boyutunda, teknolojilerin alımında geri kalmak, düzenlemelerde yetersizlik ve vizyon eksikliği var. Bunu da unutmayın.
Sizin sorumluluğunuz
Haberleşme teknolojilerinde, üretici ya da tüketici olma vizyonu konusunda eksiklik sadece işletmeci ve düzenleyicilerde değil, kullanıcılarda da var. Gerek sanayicilerin, gerek ihracatçıların, gerek gazetecilerin, eğitimcilerin ve düz kullanıcıların, satın aldıkları hizmetin çeşitliliği ve kalitesi konusunda uyanık olması, talepte bulunması, gerektiğinde şikayet etmesi gerekli. Bu olmadığı için de bugünkü durumda herkesin sorumluluğu var.
[1] Önüne gelen şehrin bir yerini kazmasın diye, şehirlerde kazı yapacak olanlar belediyeden izin alırlar. Bu izin konusu Türk Telekom için devlet zamanından kalma yöntemle veriliyor.